Babaeski İlçe Milli Eğitim Müdürü Kadriye Tokat Atatürk’ün ebediyete intikalinin 83.yılı dolayısıyla düzenlenen anma töreninde konuşma yaptı.
İlçe Milli Eğitim Müdürü Tokat anma töreninde yaptığı konuşmada Atatürk’e özlemlerini ifade etmek için bir araya geldiklerini ve Atatürk, milletin tarihî seyrini değiştirebilecek üstün meziyetleri sayesinde, memleketi askerî ve siyasi zaferlerle uçurumun kenarından kurtardığını belirtti. Müdür Tokat;
“Yıl 1881, Selanik,
Pembe boyalı, iki katlı ev de, sarı saçlı, mavi gözlü bir çocuk dünyaya gelir. Kim bilirdi ki, bu çocuk, bir gün yedi düvele meydan okuyacak. Bir milleti esaretten kurtaracak. Kim bilirdi ki, bu çocuk, bir ulusu, geri kalmışlıktan kurtarıp, modern dünyanın bir parçası yapacak. Kim bilirdi ki, bu çocuk, 10 Kasımlarda saygı ve minnetle anılacak.
Uluslar, bağırlarından çıkardıkları, kahramanlardan güç alırlar. Bir ana çocuğuna nasıl bağlanırsa, uluslar da kahramanlarına öyle bağlanırlar, onları öyle bağırlarına basarlar. Bizde bugün 83 yıl önce aramızdan ayrılan Kahraman Atatürk'e özlemimizi ifade etmek için toplanmış bulunmaktayız.
Atatürk, Millî Mücadele'de millî birliği temin eden eşsiz bir lider, muharebe meydanlarında efsanevi bir kumandan, devlet kuran büyük siyaset adamı, milletin çehresini değiştiren kudretli bir inkılapçıdır. Bu vasıflarıyla, insanlık tarihinin tanıdığı en büyük adamlardan biri olduğunda şüphe yoktur. Kahramanlık ve yüksek insanlık meziyetlerini en yüksek seviyede taşıdığı hususunda dünya tarihçileri ve fikir adamları tereddütsüz birleşmektedir.
Tarihin büyük tanıdığı şahsiyetlerle mukayesesi yapıldığı zaman türlü bakımlardan bariz üstünlükleri göze çarpmaktadır. Bir kere bütün bu dehalardan üstün tarafı hem fikir hem hareket adamı oluşudur. O, fikri ve hareketi kişiliğinde birleştirmiş bir lider idi. Düşüncelerinin özünü oluşturan Atatürkçülük, her türlü dogmatik unsurdan sıyrılmış akılcı bir dünya görüşüdür. Memleket gerçeklerinden kaynaklanan, problemler karşısında aklın ve ilmin rehberliğini kabul eden bu gerçekçi görüş gerek Türk Bağımsızlık Savaşı'nın gerekse onu izleyen Türk Çağdaşlaşma Hareketi'nin esasını oluşturmaktadır.
Atatürk, milletin tarihî seyrini değiştirebilecek üstün meziyetleri sayesinde, memleketi askerî ve siyasi zaferlerle uçurumun kenarından kurtarmıştır. Dünya tarihinde, her türlü imkânsızlığa rağmen inandığı fikri tatbik sahasına dökmüş. "Ya istiklal ya ölüm!" parolasıyla bir Millî Mücadele kazanmış, arkasından yepyeni hüviyette bir çağdaş millet ve devlet yaratmış kişilik azdır. İçinde bulunduğu şartları değerlendirmede, engelleri ortadan kaldırmada gösterdiği büyük başarı Atatürk'ün ayrı bir özelliğini teşkil etmektedir.
Diyebiliriz ki Atatürk, Türk toplumunda sadece çağdaşlaşma gereğini gördüğü için değil, bu çağdaşlaşmayı en kısa zamanda gerçekleştirecek yolu gösterdiği için ve nihayet çağdaşlaşmaya engel olan etkenleri cesaretle bertaraf ettiği için büyüktür. Esasen "Modern Türkiye'nin Kurucusu" sıfatını da işte bu büyüklüğünden almaktadır.
Büyük Nutuk'un sonlarında, Türk gençliğine hitaben çizdiği tablo, aslında, kendisi mücadeleye atıldığı zaman, memleketin içinde bulunduğu tablodur. Atatürk, en güç şartlar altında bile, her şeyin bitti zannedildiği bir zamanda bile, Türk milletine güven hissinin kaybolmaması gerektiği gerçeğini, eseriyle ispatlamış bir millî kahramandır. Onun için sembol olmuştur, onun için bayrak olmuştur.
Atatürk, gerçeğin adamıdır; sağduyunun ve ince görüşün adamıdır. Nerde ne yaptı, neye karar verdi ise daima Türk milleti ve ülkesi için en iyisini yapmış, en hayırlısına karar vermiştir. Halkın eğilimlerini çok iyi sezen ve ruhlara sirayet etmesini bilen usta inkılapçılığı sayesindedir ki, müşterek temenni ve eğilimler kolayca millî ülkü haline gelebilmiştir. Giriştiği mücadelenin başından sonuna kadar Türk milletinin yüksek vasıflarına güvenmiş, kazanılan her türlü zaferin milletin eseri olduğunu söylemiştir. Bütün teşebbüslerinde millet sevgisine dayanmış, kudretli kişiliği ve gerçeği sezişe dayanan ikna kuvvetiyle kitleleri sürükleyebilecek bir lider olduğunu göstermiştir. Millî kurtuluşa bayrak olan fikirleri, görüşleri ve ölmez eseriyle, tesirleri memleket sınırlarını aşmış, mazlum milletlerin bağımsızlık ve hürriyet mücadelesinde manevi kuvvet olmuştur.
Atatürk'ün insanlık değerlerine içten ve büyük saygısı vardı. O, bütün insanlığın asırlar boyu övdüğü ile övündüğü meziyetleri üstün kişiliğinde toplamıştı. Hayatı boyunca gösterdiği davranışlar, bu meziyetleri sergiliyordu. Şöyle ki:
Muzaffer Başkomutan olarak İzmir'e girdiği gün, önüne serilen düşman bayrağını, "Bayrak bir milletin bağımsızlık alametidir; düşmanın da olsa saygı göstermek gerekir!" diyerek, onu yerden kaldırtan,
Bir milleti hürriyet ve bağımsızlığa kavuşturan büyük eserinin haşmeti karşısında, memleketin büyük sanatkârları, şairleri, tiyatro sanatçıları elini öpmek istedikleri zaman "Sanatkâr el öpmez; sanatkârın eli öpülür!" cevabını veren,
General Gouraud'a, yıllar sonra Ankara'da karşılaştıkları zaman Generalin boş kolunu işaret ederek, "Türk topraklarında yatan şerefli kolunuz, memleketlerimiz arasında son derece kıymetli bir bağdır." diyen,
Çanakkale şehitleri törenine konuşma yapmak üzere giden bir bakanına, harpte ölen diğer millet askerleri için de: "Bu memleketin toprakları üzerinde kanlarını döken kahramanlar! Burada bir dost vatanın toprağındasınız. Huzur içinde uyuyunuz!" diye not yazdıran,
Mısır elçisine, bir sabah, Çankaya sırtlarından doğmakta olan güneşi göstererek: "Doğudan şimdi doğacak olan güneşe bakınız! Şu anda günün ağardığını nasıl görüyorsam, uzaktan bütün doğu milletlerinin de uyanışını öyle görüyorum. Bağımsızlık ve hürriyetine kavuşacak daha çok kardeş millet vardır. Bu milletler, bütün güçlüklere, bütün engellere rağmen mânileri yenecekler ve kendilerini bekleyen geleceğe ulaşacaklardır. Müstemlekecilik ve emperyalizm yeryüzünden yok olacak ve yerlerini milletler arasında hiçbir renk, din ve ırk farkı gözetmeyen yeni bir ahenk ve iş birliği çağı alacaktır!" diyen Büyük Atatürk, gerçekten insan sevgisinin ve insanlık idealinin kolay erişilemeyecek bir örneği idi. Bu davranışlar, belki de insanlık tarihinde eşi benzeri olmayan şeylerdi ve onun büyüklüğünü, onun ufkunun genişliğini, onun engin hoşgörüsünü simgeliyordu.
"Yurtta barış, cihanda barış" için çalışmak, Atatürk için dünyamızda yaşayan bütün insanları birbirine daha çok yaklaştırmak, daha çok sevdirmek yolundaki çabaların bir parçası idi. O, "İnsan her şeyden önce mensup olduğu milletin varlığı ve mutluluğu için çalışmalı; fakat başka milletlerin de huzur ve refahını düşünmelidir" derken, işte bu çabasını dile getiriyordu. Atatürk'e göre "Dünya milletlerinin mutluluğuna çalışmak, diğer bir yoldan kendi huzur ve mutluluğunu temine çalışmak" demekti. Çünkü "Dünyada ve dünya milletleri arasında sükûn ve iyi geçim olmazsa, bir millet kendi kendisi için ne yaparsa yapsın huzurdan mahrumdu.". İşte Atatürk'ün "Yurtta barış, dünyada barış" ilkesinin kökleri böyle insancıl bir düşünceden, böyle insancıl bir idealden kaynaklanıyordu.
Atatürk'e göre, insanlar arasında artık hiçbir renk, din ve ırk ayırımı tanımayan bir ahenk ve iş birliği çağı açılmalı, milletler bağımsızlıklarını, millî niteliklerini, millî kültürlerini kaybetmeksizin, her türlü emperyalist görüşün dışında, insanlığın ortak değerlerinde birleşmeli idi. Bu ortaklaşa değerlerin kıtaları birbirine bağlaması, insanları renk, ırk ve din farkı gözetmeksizin birbirine yaklaştırması lazımdı. Çünkü insanlığın yükselmesi, insanlık idealinin gerçekleşmesi bu şuurun ayakta tutulmasına bağlı idi. İşte Atatürk, görüş ve düşünceleriyle, bu yönüyle de insanlık tarihi önünde aşılamayacak bir büyüklüğü temsil etmektedir.
Yalnız 10 Kasımlarda değil, her daim, Atatürk'ün mücadele azmi, bizlere yüklediği sorumluluklar ve gösterdiği hedefler tekrar tekrar konuşulmalıdır. Ülkemizin en zor anında bile düşünüp ortaya koyduğu milli hedef ve stratejilerin hatırlanması, bu tür çabaların anlam ve değerinin çok iyi bilinmesi, Büyük Atatürk'ün ebedi istirahatgâhında huzur içinde yatması bakımından da önemlidir.
Konuşmama Türkiye Cumhuriyetinin Kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün sözleriyle son vermek istiyorum. "Ben, manevi miras olarak hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevi mirasım ilim ve akıldır. Benden sonrakiler, bizim aşmak zorunda olduğumuz çetin ve köklü zorluklar karşısında, belki gayelere tamamen erişemediğimizi, fakat asla taviz vermediğimizi, akıl ve ilmi rehber edindiğimizi tasdik edeceklerdir. Benim Türk milleti için yapmak istediklerim ve başarmaya çalıştıklarım ortadadır. Benden sonra beni benimsemek isteyenler, bu temel eksen üzerinde akıl ve ilmin rehberliğini kabul ederlerse, manevi mirasçılarım olurlar.
Sevgili Atam, 83 yıl önce nasıl özlemeye başladıysak seni, yine aynı hüzün ve bitmez azmimizle söz veriyoruz sana: Büyük Türk Milleti ve birlikte kurduğumuz Türkiye Cumhuriyeti Devleti dünya durdukça ayakta kalacaktır.” dedi.