Yaklaşık iki haftadır Gaziosmanpaşa Eğitim ve Araştırma
 Hastanesi’nde yoğun bakımda tedavi gören kayınvalidemin rahatsızlığı nedeniyle
 İstanbul’dayız.

Kayınvalidemin tedavi süreci, siz değerli okuyucularımız ve
 halkımızın dualarıyla olumlu yönde ilerliyor. Kendisi, bir aksilik çıkmazsa
 belki de yazım yayınlandığı gün servise alınmış olacak.

Kayınvalidemin bu tedavi süreci devam ederken; ben de
 “Hayatın İçinden” konuları kaleme aldığım bu köşem için “Kıymetini Bilmek”
 konusunu işlemeye karar verdim.&nbsp; Kıymet;
 kendimize, ailemize, sağlığımıza ve sevdiklerimize değer vermek, gereken
 hassasiyeti gösterebilmektir.

&nbsp;Bu kapsamda acaba
 zamanın, ailemizin, sağlığımızın, kendimizin ve sevdiklerimizin kıymetini
 yeterince biliyor muyuz?

“Kıymet bilmek, kaybedince arkasından ağlamak değil,
 yanındayken sahip çıkmaktır”. Biz de bunun için kayınvalideme eşim, ablalarım
 ve bacanaklarımla birlikte kayınpederimin vefatından sonra dokuz yıldır sahip
 çıkıyoruz. Ayrıca babamın vefatından sonra da yalnız yaşayan anneme.

Zaten kıymet bilmek bu değil midir? Kıymet bilmek, hak ve
 hakkaniyeti de beraberinde getirir. Bir insanın, bir hatıranın, bir eşyanın
 kıymetini bilmek için vefalı olmak gerekir. Yapılan iyiliklerin, güzelliklerin
 unutulmaması, yok sayılmaması da biz, insanları değerli hissettirir.

&nbsp;Öte yandan kıymet
 bilmek, kendini bilmektir. 

Bunun için kendimize değer vermek önemlidir. Bu bağlamda
 bizler de çocuklarımıza ve çevremize kıymet bilmenin önemini öğretmeliyiz

Kıymet bilmek için doğru bilgiye giderken doğru kanallara
 ulaştığımızda rol model olmalı ve birlikte gönüllü, sosyal sorumluluk
 çalışmaları yapmalıyız.

Kıymet bilmek için bize hizmet edenlerin isimlerini öğrenip,
 teşekkür etmeli, lütfen demeli ve doğru bilgiye giderken doğru kanallara nasıl
 ulaşabileceğimizi konuşmalıyız.

Kıymet bilmek için çocuklarımızı ve çevremizdekileri
 birileri için karşılıksız bir şey yapabilmeye teşvik etmeliyiz.

Bugün sizlerle birlikte sevdiklerimizin kıymetini bilmek
 konusuna biraz daha detaylı bakalım istiyorum.

Bizler bugün yeterince kıymet bilebiliyor muyuz? Elimizi
 tutan kişinin kim olduğunu, onun da bir kalbi olduğunu, incinebileceğini,
 hayata dair hayallerini, kısacası o kişiyi yeterince değerli görebiliyor muyuz?
 O kişiye gerçekten “görmek” üzere bakmayı biliyor muyuz? Yani kıymetini
 bilebiliyor muyuz?

Kıymet bilmek yani kaybetmeden o şeyin değerini
 anlayabilmek. Bu yüzden “gerçekten” kıymet bilmek, değer verdiklerimizi her
 daim bu gerçekle hatırlamaktan geçer. Sesimiz yükseldiğinde, sadece kendimiz
 ile ilgili planlar yaparken, hayattan beklentilerimizi düşündüğümüzde bu gerçek
 bizleri doğru karar vermede yönlendirir. 

Yapmak istediklerimiz, sahip olmak istediklerimiz, gitmek
 istediklerimiz, konuşmak istediklerimiz, hepsini sıralarken, bu gerçek tüm bu
 “isteklerimizin” içerisinde hayat buluverir; biz işte o zaman gerçekten kıymet
 vermekteyizdir.

Bu duygu ve düşüncelerle herkesin birbirine gereken kıymeti
 vermesini ve kıymetini bilmesini temenni ederek siz değerli okurlarıma mutlu
 hafta sonları ve hayırlı günler diliyorum.

Bu vesileyle sizleri Allah’a emanet ederek sağlıklı ve mutlu
 günler temenni ediyorum.

Kalın sağlıcakla…

Gerek küresel ısınma, gerekse biz insanoğlunun çevre
 kirliliğine yol açması sonrasında tüm dünyada bir “Su” sorunu söz konusu.

Özellikle mevsimlerin yer değiştirmeye başlaması ve gerekli
 yağışların olmaması nedeniyle bir susuzluk sorunu yaşanıyor.

Yaşamımız temel ihtiyaçlarından biri olan “Su”yun bugüne
 kadar bilinçsizce kullanımı da göze alındığında devletler, merkezi ve yerel
 yönetimleri ile&nbsp; “Su” konusunda sıkı
 tedbirler almaya başladı.

Ancak unutulan ve kaçırılan bir gerçek var. O da yağışların kış
 mevsimi olan Ocak ayında bile istenilen ölçüde olmayışı.

Yeşil çevre projeleri kapsamında su kullanan tüm ev eşyaları
 ile suyla yapılan tüm üretimlerin ve harcamaların acilen en aza indirilmesi
 için gerekli tedbirler alınmalıdır.

Suyun bugüne kadar bol olduğu illerde dahi baş gösteren
 susuzluk nedeniyle Çevre, Şehircilik ve İklim Bakanlığı başta olmak üzere tüm
 Valilikler ve Belediyeler acilen kendi “Su” planlarını devreye sokmalıdır.

Kuru yani yağışsız giden havalar, özellikle de ekili alanlar
 için gerekli olan kar yağışlarının henüz görülmediği bölgelerde ekili alanlar
 da “Su” tehlikesi ile baş başa kalmıştır.

Velhasıl yazımın başında da belirttiğim gibi temel
 ihtiyacımız olan “Su” için 5, 10, 20 ve 50 yıllık gibi uzun vadeli projeler
 hayata geçirilmelidir.

Toplumsal başarı sağlanması amacıyla da suyun iktisatlı
 kullanılması için ilkokuldan başlayarak her kademe ki insanımıza ölçülü ve
 idareli su kullanımı bilinci yerleştirilmelidir.

Tüm bu tedbirlerin sonrasında temennimiz havaların kış
 mevsiminde olmamız nedeniyle yağışlı gitmesini dilemek ve yüce yaradanın
 bizleri “Susuzlukla” terbiye etmemesi için dualarda bulunmak da önemlidir diye
 düşünüyorum.

Suyun kıymetini bilen ve unutmayan nesiller olarak siz
 değerli okurlarıma mutlu hafta sonları ve hayırlı günler diliyorum.

Bu vesileyle sizleri Allah’a emanet ederek sağlıklı ve mutlu
 günler temenni ediyorum.

Kalın sağlıcakla…

İnsanoğlu kuş misali gibi bugün burada, yarın
 başka bir yerde.
 
 Ben de aynı yazıma konu aldığım “Kuş Misali” bir
 gün Çanakkale’de, bir 
 gün Tekirdağ’da, bir gün Edirne’de, bir gün
 Kırklareli’ndeyim.
 
 Emekliliğim sonrasında nereye yerleşeceğim konusunda
 henüz tam bir 
 karar veremediğim için bu yaz eşimle birlikte
 “Kapya Biber”, domates, 
 patlıcan, fasulye ve diğer sebze çeşitlerini
 ekerek çiftçilik yaptım.
 
 Öyle veya böyle memleketimde altı ay süreyle bu
 çiftçilik işlerini 
 yaparak geçirdim.
 
 Yaz sonrasında ise yine boşluğa düşmem nedeniyle
 kuş misali yaptığım 
 ziyaretlerimi sürdürüyorum.
 
 Emekli bürokrat ve sürekli basın sahibi gazeteci
 olarak geçtiğimiz 
 günlerde Çalışan Gazeteciler Günü’nü de yaşadık.
 
 Birçok kurum ve kuruluş bu günümüzde bizleri arayarak
 Çalışan 
 Gazeteciler Günümüzü kutladılar.
 
 Yazıda konu aldığım “Kuş Misali” gezen bir aile
 olarak artık sabit bir 
 yerde olmak istiyoruz.
 
 Bunun için memleketimizde ev arayışına başladık.
 
 Satın alacağımız yeni evimizin hem köyümüze, hem
 ilçemize, hem de aile 
 büyüklerimize yakın olması için eş ve
 dostlarımızdan da destek 
 talebinde bulunduk.
 
 Açıkçası şu anda tüm eş ve dostlarımız bizim
 için pervane olmuş bir 
 şekilde bize uygun ev ve daire arıyorlar.
 
 Öte yandan hayatımızı şu an idame ettirdiğimiz
 Tekirdağ’dan da 10 yıl 
 sonrası ayrılacak olmak bize zor geliyor.
 
 İlk önce doktor olan büyük kızım, ardından
 mühendis olan küçük kızım 
 için Çanakkale’den Tekirdağ’a yerleşen ve bu
 süre içerisinde İl ve 
 Bölge Müdürlüğüne yükselip emekli olmuş bir
 bürokrat olarak 
 Trakya’mızın eşsiz illeri Edirne, Kırklareli ve
 Tekirdağ’da çok güzel 
 dostluklar, arkadaşlıklar ve komşuluklar elde
 ettik.
 
 Sanırım seçimlerden önce memleketimizde bir ev
 alıp Tekirdağ’dan ayrılacağız.
 
 Bu vesileyle bir kere daha bizi ailecek veya
 şahsen tanıyan tüm eş, 
 dost ve arkadaşlarımıza selamlarımızı
 iletiyoruz.
 
 Bütün bu ev alma ve yerleşme işlemlerimiz
 bitince yine bu köşeden 
 sizlere ayrıntılı bilgi vereceğim.
 
 Bundan sonra artık yeni yerimizde de sizleri
 görmek ve ağırlamak isteriz.
 
 Kuş Misali hayatını bizim gibi yeni yerlerinde
 yaşayacak olan eş, dost 
 ve arkadaşlarınızla hayırlı dostluklar temenni
 ederek siz değerli 
 okurlarıma mutlu hafta sonları ve hayırlı günler
 diliyorum.
 
 Bu vesileyle sizleri Allah’a emanet ederek
 sağlıklı ve mutlu günler 
 temenni ediyorum.
 
 Kalın sağlıcakla…

&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp; 
 İnsanın kendisine veya bir başkasına inanmasına;
 korku, çekince ve
 kuşku duymadan bağlanmasına güven denir. 
 
 Bu derece önemli olan güven, konusunda bir yazı
 kaleme alarak güven
 duymak veya güven beslemek durumunu işlemek
 istedim. 
 
 Yazımın başında dediğim gibi insanın kedisine
 veya başkasına güven
 duyması, güven beslemesi bir anlık hatalı veya
 yanlış davranış ve
 tutum ile bozulup güven sarsılabilir. 
 
 Güven sağlamak ve güven kazanmak insanın
 yaşantısı boyunca en çok
 ihtiyaç duyduğu özellikleri arasında yer alır. 
 
 Öte yandan güvenilir olmak, güven duymak,
 canımızı, malımızı emanet
 edip güvenli bir ortamda hayatımızı devam
 ettirebilmek için karşılıklı
 ilişkiler de önemlidir.
 
 Bir işi yaparken, bir işe başlarken ya da bir
 işle ilgili herhangi bir
 söz vermişken güvenilir olmak da gereklidir.
 
 2022’den çıkıp 2023’e girdiğimiz şu günlerde her
 alanda başarılı olmak&nbsp;&nbsp;için güzel ve etkili çalışmalara ihtiyacımız
 vardır. Bunun için de
 güven problemi yaşamadan adımlar atmamız
 gerektiğini düşünüyorum.
 
 Özellikle siyaset yapan ve siyaset yapmak
 isteyenlerin de&nbsp;&nbsp;vatandaşlarımıza ve seçmenlerine karşı güven
 vermeleri son derece
 önemlidir.
 
 Öyle ki, kendisine ve seçmenine karşı güven
 sağlamış ve güvenilir&nbsp;&nbsp;siyasetçiler sayesinde ülkemiz de refaha
 kavuşacaktır.
 
 İlk olarak kendi ilinde, sonrasında bölgesinde
 ve ardından ülke&nbsp;&nbsp;genelinde başarılı işlere imza atmış ve güven
 sağlamış&nbsp;&nbsp;siyasetçilerimiz de arttıkça ülkemizde daha çok
 başarılı işler&nbsp;&nbsp;yapılacaktır.
 
 Her alanda güven sağlamış bir ülke için
 önümüzdeki seçimlerde&nbsp;&nbsp;vatandaşlarımız da kendilerine güven veren ve
 güven sağlayan adaylara 
 destek vereceklerdir.
 
 Ülkemizin eskinden daha güçlü, daha başarılı ve
 daha güvenilir bir&nbsp;&nbsp;ülke olması için çalışacak siyasetçilerimize
 başarılar diliyorum.
 
 Bu duygu ve düşüncelerle herkesin birbirine
 güvenmesini, herkeste&nbsp;&nbsp;güven duygusunun azalmamasını temenni ederek siz
 değerli okurlarıma 
 mutlu hafta sonları ve hayırlı günler diliyorum.&nbsp;&nbsp;&nbsp;Bu vesileyle sizleri Allah’a emanet ederek
 sağlıklı ve mutlu günler&nbsp;&nbsp;temenni ediyorum. 
 Kalın sağlıcakla…

Bir yılın daha sonuna gelirken; yeni bir yıla da girmeye
 hazırlanıyoruz.



İyisiyle-kötüsüyle geçirdiğimiz bir yıl aslında hayatımızdan kaybettiğimiz bir yıl anlamına gelirken; kimimiz için
 ergenlik ve&nbsp;delikanlılık-genç kızlık, kimimiz için orta yaşlılık ve
 olgunluk, kimimiz ise mesleğimizden, işimizden ayrılıp emekli olmayı
 sağlıyor.









Yeni bir yıl sadece takvim yapraklarından yok olup giden
 günler, haftalar ve aylar değil, hayatımızdan giden ömür oluyor.





Öyle ki; son üç yılda dünya genelinde yaşanan Covid ile
 gerçekleşen kapanmalar, toplu görüşmeler artık yerini bireyselliğe
 döndürürken; 2019 sonrasında yeni bir hayat düzeni ortaya çıktı veya
 çıkarıldı.







Özellikle 2021 ve son gününe geldiğimiz 2022’de ayrıca
 küresel bir ekonomik kriz yaşandı.





Yeni bir yıla girerken 2023’ün tüm olumsuzluklardan uzak
 olması getirdiği mutluluğun tüm kötülükleri unutturacağı,
 başarıların tüm başarısızlıkları yok edeceği, güzelliklerin hayatımızı
 dolduracağı





mutlu huzurlu bir yıl olması dileğiyle sağlıklı yıllar temenni ediyorum.





Yeni bir yıl olan 2023’te henüz tarihi belli olmamakla
 birlikte muhtemelen Haziran ayında milletvekilliği ve
 Cumhurbaşkanlığı seçimi yapılacak. Bu seçimle birlikte Cumhurbaşkanımızı ve Türkiye
 Büyük Millet Meclisi’nde (TBMM) görev yapacak 600 milletvekilini
 seçeceğiz.









Seçim için daha yeni bir yıla girmeden 2022’nin son
 günlerinden itibaren istifalar da yaşanmaya başladı.





Partilerinden milletvekili adayı olmayı düşünen il ve ilçe
 başkanları, belediye başkanları bulundukları görevlerinden ve
 pozisyonlarından istifa ederek seçim startlarını şimdiden yani yeni yıl
 öncesi de vermeye başladılar.









Yeni yılla birlikte tüm partilerde büyük bir hareketlenme
 olacağı kesin. Seçim tarihi ve takviminin de belirlenmesiyle kamu
 görevi



yaparken aday olmak isteyenlerin de istifalarıyla 2023’de
 yoğun günler

bizi bekliyor.



Seçimin tüm milletimiz için hayırlara vesile olmasını
 dileyerek aday olacaklara başarılar diliyorum.



Bir yazımın daha sonuna gelirken, bizlere biçilen bir ömürde

yaşadığımız veya yaşayacağımız tüm olumlu veya olumsuz
 olaylarda hayatımızın istediğimiz gibi gitmesi ve dualarımızın kabul
 olması temennisiyle siz değerli okurlarıma mutlu hafta sonları ve
 hayırlı günler diliyorum.









Bu vesileyle sizleri Allah’a emanet ederek sağlıklı ve mutlu
 günler temenni ediyorum.



Kalın sağlıcakla…

İşimizde, aşımızda velhasıl yaşamın her safhasında çok
 önemlidir bereket.



Öyle ki, “Allah bereket versin”, “Bereketiyle gelsin”
 temennileri yaptığımız her işin ve aşın bolluk getirmesi içindir.



İnsanoğlunun doğumundan ölümüne kadar hayatta var olduğu
 sürece “Bereket” kelimesini dilinden eksik etmemesi, her yemekten sonra “Halil
 İbrahim bereketi versin”, “İkramı sizden, bereketi Allah’tan” temennileri ve
 ektiğimiz ürünlerin ihtiyacı olan yağmur ve su için bile “Bereket duasına”
 çıkılması hayatın vazgeçilmezleri arasındadır.



Öyleyse bereket kavramı biz insanoğlu için çok önemlidir.



Başlanılan her işte, atılan her adımda, gidilen her yolda,
 ürün hasadından sonra, alışveriş sonrası bereket versin ifadesi ve temennisi
 hep bizimledir.



Bereket sadece bolluk için değil; hayattan aldığımız feyiz
 yani verimlilik için de etkilidir. Buna örnek olarak da bereket için yağan
 yağmuru gösterebiliriz.



Öte yandan gelen misafir, ya da aileye yeni katılan bireyler
 için de “Gelen bereketiyle gelir” duaları yapılmaktadır.



Bunun içindir ki; yapılan bir satış, bir alışveriş
 sonrasında da her iki taraf birbirlerine “Bereket versin” diyerek aldığı veya
 sattığı şeyin, ürünün hem kazanç, hem de kullanım için bolluk getirmesini
 dilemektedir.



“Çocuk gönlüm kaygılardan azade / Yüzlerde nur, ekinlerde
 bereket / Bereket yağıyor” dizelerindeki gibi yağan yağmur için de söylediğimiz
 bereket, bizlere ve siz değerli okurlarıma hep bereket getirsin.



Her gününüz bereketli geçsin, esnaflarımıza, çiftçilerimize
 ve üreticilerimize bol kazançlar getirsin.



Bir yazımın daha sonuna gelirken; siz değerli okurlarıma bol
 bereketli günler temenni ediyor, her birinize hayırlı günler ve haftalar
 diliyorum.



Bir sonraki yazımda buluşmak üzere sizleri Allah’a emanet
 ediyorum.



Kalın sağlıcakla…

Biz insanoğlunun hoşlandığı ve yediği yemeklerden aldığı tat kişiden kişiye farklılık gösterir ki, buna da damak tadı denir. Ben de bu hafta sizlere sadece yiyeceklerden değil; yaptığımız her şeyden alınan haz (Damak Tadı) üzerine bir makale kaleme almak istedim. İzlediğimiz film ve diziden, yaptığımız alışverişlerden, ziyaret edip gördüğümüz yerlerden ve görüştüğümüz kişilerden tutun; ailecek yediğimiz en nefis yemeklerden aldığımız tada varıncaya kadar eşimiz, çocuklarımız veya ailemiz ile yaptığımız bu tür etkinliklerden aldığımız tüm damak tatları bizi mutluluğa götürür. Emekliliğim sonrası sabahları hemen hemen tüm televizyon programlarını takip ederek kiminde yemek, kiminde sağlık, kiminde ise aileleriyle tartışma programlarını izliyorum. Kanallar arasında zapping yaparken TRT 1’de “Alişan İle Hayata Gülümse” programına takılıyorum. Programda bu hafta kaleme aldığım “Damak Tadı” konusu işleniyor. Alişan başta olmak üzere konular gerek bireysel, gerekse birlikte yapılan alışveriş, ziyaret, program ve etkinliklerden alınan damak tadına değiniyorlar. Ortak söylem herkesin damak tadının farklı olduğu, ama yemeklerdeki damak tadı gibi birlikte yapılan etkinliklerden de tat alabilmek için yapılması gerekenler anlatılıyor. Sonuç olarak kişiden kişiye farklılık gösteren damak tadının sadece yemeklerde değil; gerek bireysel, gerekse toplu yapılsın alışverişlerde, program ve etkinliklerde de ön plana çıktığı belirtilerek damak tadının en iyi şekilde kullanılması gerektiğine değiniliyor. Öyleyse damak tadında gerekli lezzetleri almak için bizler de gerekli hassasiyetini gösterelim. Sadece kendi damak tadımız için değil, sevdiklerimiz için de damak tadına varmak için ortak alışverişler, birlikte geziler, birlikte etkinlik ve programlar yapalım. Bir yazımın daha sonuna gelirken; siz değerli okurlarımın hayattan gereği gibi damak tadı almalarını temenni ediyor, her birinize hayırlı günler ve haftalar diliyorum. Bir sonraki yazımda buluşmak üzere sizleri Allah’a emanet ediyorum. Kalın sağlıcakla…

Herkesin yaşantısı boyunca kendisine rol model aldığı kişi
 veya kişiler vardır.

Ben de bu hafta sizlere “insanların, özellikle büyürken
 hayran olduğu ve davranışlarını örnek aldığı kişi” olarak tanımlanan "Rol
 model" kavramı hakkında hayatımdan kesitler vererek bir makale kaleme
 almak istedim.

Benim de gazeteciliğe çok erken yaşlarda merak sarmama
 vesile olan ve 1 Şubat 1979 tarihinde suikaste kurban giden dönemin Milliyet
 Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni merhum Abdi İpekçi’dir.

Öyle ki; saldırı sonrasında namlunun ucundan çıkan
 kurşunun&nbsp; cebindeki kalemini parçalayarak
 kalbine saplanması sonucu 50 yaşında hayatını kaybeden Abdi İpekçi benim
 haricimde belki de onlarca gazeteciye rol model olmuştur.

Gazetecilik mesleğini kendi başıma rahmetli babam Şaban
 Karakaya ve yirminin üzerinde yazar kadrosuyla 27 yaşında Alternatif
 Gazetesi’ni de kurup açmamda rol model olan kişi ise; 29 yaşında iken kurduğu
 şimdi dünya devi olan Çanakkale Seramik Fabrikaları’nı kuran rahmetli Dr.
 İbrahim Bodur’dur.

Yine öyle ki; Alternatif Gazetesi’ni açtığımda Milliyet
 Gazetesi Çan İlçe Muhabiri idim ve gazetemin açılışı sonrası ziyaretimize
 dönemin Çanakkale Valisi Süleyman Kamçı, dönemin Çan Kaymakamı Şükrü Görücü ile
 birlikte Kale Grubu Şirketleri ve Çanakkale Seramik Fabrikaları Kurucusu
 değerli büyüğüm Dr. İbrahim Bodur da gelmişti.

Şimdi meslekte yaklaşık 35 yılı geride bırakmış Sürekli
 Basın Kartı sahibi bir gazeteci olarak bana rol model olan kişilerden merhum
 Abdi İpekçi ile merhum Dr. İbrahim Bodur’a ve babam merhum Şaban Karakaya’ya
 yüce Allah’tan gani gani rahmet diliyorum. Mekanları cennet olsun.

Beş yıl boyunca Çan ilçesinde çıkardığım Alternatif Gazetesi
 sonrasında da şahsımdan manevi desteklerini eksik etmeyen merhum Dr. İbrahim
 Bodur, manevi varlığını da vefatı 23 Mayıs 2016’ya kadar hep hissettirmiştir.

Vefatından sonra 2016 Kasım’ında başladığım ve 2021 Temmuz
 ayında emekliye ayrıldığım Basın İlan Kurumu müdürlüğünde de bana rol model
 olan bu iki şahsın yönetim şekli idareciliğimde bana ışık olmuştur.

Bu nedenle siz değerli okurlarımın hayatınız boyunca
 kendinize rol model kişiler edinmenizi öneriyor, her birinize hayırlı günler ve
 haftalar diliyorum.

Bir sonraki yazımda buluşmak üzere sizleri Allah’a emanet
 ediyorum.

Kalın sağlıcakla…

Aracı olanların her yıl yaptırması zorunlu olan trafik
 sigortaları son yıllarda aşırı derecede artış göstermeye başladı.



Trafik sigortalarındaki artşın yanı sıra ödemelerin de tek
 çekim veya peşin alınması da araç sahiplerini kara kara düşündürüyor.



Yılın son ayına geldiğimiz ve yeni bir yıla girmeye
 hazırlandığımız şu günlerde 24 Kasım 2022 Perşembe günkü Resmî Gazete’de
 yayımlanarak yürürlüğe giren Vergi Usul Kanunu Genel Tebliğine göre yeniden
 değerleme oranı yüzde 122,93 (yüz yirmi iki virgül doksan üç) olarak tespit
 edilmiştir.



Bu artış sonrasında ise yeni yıldan yani yılbaşından
 itibaren ehliyet ve pasaport harçları, motorlu taşıt vergisi ve trafik
 cezaları, yeniden değerleme oranında artış gösterecek. Ancak kasko ve sigorta
 fiyat artışını nasıl etkileyeceği bilinmiyor.



Bu haftaki yazımı bu konuya ayırmışken benim aracımın da
 zorunlu trafik sigortası ve kaskosu bugün itibariyle doldu.



Ben de aracı aldığım bayiye giderek araç zorunlu trafik
 sigortasını ve kaskosunu yaptırmak üzere teklifler aldım.



Fiyatlar gerçekten aşırı derecede yüksek çıktı. Hatta
 zorunlu trafik sigortasının yazımın başında belirttiğim gibi tek çekim olması
 beni biraz zorladı.



Aracımın 2020 model olması nedeniyle kasko yaptırmaya devam
 edeceğim için kasko fiyatı da zorunlu trafik sigortasının neredeyse 7 (yedi)
 katı.



Ama mecburen hem zorunlu trafik sigortasını, hem de kasko
 poliçesini yaptırdım.



Benim gibi emekli olan veya tek maaş ile geçinen vatandaşın
 bundan sonra sanki sıfır araç alması çok zor gibi.



Siz değerleri okurlarıma da bu tarz ödeme ve harcamalarında
 kolaylıklar temenni ederek hayırlı günler ve haftalar diliyorum.



Bir sonraki yazımda buluşmak üzere sizleri Allah’a emanet
 ediyorum.



Kalın sağlıcakla…

&nbsp; 

Kamudaki görevimden emekli olduktan sonra bir yılı aşkın
 süredir bu sütunlardan siz değerli okuyucularıma gördüklerimi ve okuduklarımı
 kısaca yaşadıklarımı kaleme alarak aktarmaya, paylaşmaya çalışıyorum.



“Çok gezen mi bilir, çok okuyan mı” atasözünden yola çıkarak
 kendimi hem okuyarak, hem gezip görerek bilmediklerimi öğrenmeye adadım.



Bu nedenle de geçtiğimiz hafta sonu eşim ve kızlarımla
 birlikte İstanbul’da Büyük Saray Mozaikleri Müzesi, Dikilitaş, Türk İslam
 Eserleri Müzesi, Yerebatan Sarnıcı ve Galataport İstanbul’da ziyaretlerde
 bulundum.



Ziyaretlerin üçüncü aşamasında Çanlı hemşerim, değerli
 arkadaşım Türk İslam Eserleri Müzesi Müdürü Ekrem Aytar hocam ile Yerebatan
 Sarnıcı’nda buluşup görüşme fırsatı da yakaladım.



Kızlarımın çizdiği ziyaret rotasını Galaport İstanbul’da
 sonlandırırken; İstanbul’da daha görüp gezmemiz gereken çok sayıda müze, tarihi
 yer ve camiler var.



Bunları yine başka bir İstanbul’a gelişimize bırakırken;
 yorgun ve argın bir şekilde evimize döndük.



Yazımın başında belirttiğim gibi bir yerleri gezip görmek ve
 okumak genel kültürümüzü artırmak açısından çok önemli.



Tüm okurlarımızın ve vatandaşlarımızın mümkün olduğunca
 ülkemizin en ücra köşeleri dahil bu tür müze ve tarihi yerleri ziyaret etmesini
 öneriyorum. Çünkü ülkemizde gezilip görülecek çok sayıda müze, tarihi yer ve
 güzellikler var.



“Çok gezen mi bilir, çok okuyan mı” atasözünden yola çıkarak
 bu müze, tarihi yerleri ziyaret edip güzellikleri görerek&nbsp; genel kültürümüzü ve kendimizi geliştirmiş
 oluruz.



İmkanlar dahilinde yapılacak bu tür ziyaret ve gezilere ilk
 olarak kendi ilimiz ve ilçelerindeki, sonrasında komşu il ve ilçelerdeki tarihi
 yer, müze ve güzellikleri ziyaret ederek başlamalarını salık veriyorum.



Siz değerleri okurlarıma da zamanlarını bu tür gezi ve
 ziyaretlerle en iyi şekilde değerlendirmeleri temennisiyle hayırlı günler ve
 haftalar diliyorum.



Bir sonraki yazımda buluşmak üzere sizleri Allah’a emanet
 ediyorum.



Kalın sağlıcakla…

&nbsp;

Geçen haftaki makalemde zamanın çok hızlı geçtiğinden ve
 zamanı yakalayıp hızına yetişmenin mümkün olmadığına değinerek “Zamanı
 Yakalamak” başlıklı bir yazı kaleme almıştım.



Bu yazımın ardından da altı ayı aşkın yaşantımı sürdürdüğüm memleketimdeki
 köyümden tarımsal faaliyetlere son vererek önce Tekirdağ’a ardından da
 yeğenimin nişan merasimi için İstanbul’a gelmiştim.



Geçen hafta sonu da İstanbul’da yeğenimin nişan merasimini
 gerçekleştirdik.



Memleketten dayılar, teyzeler, halalar ve enişteler başta
 olmak üzere çok sayıda akraba nişana gelince hem nişan öncesi, hem de nişan
 Sonrası İstanbul’da geziye çıkıldı.



Bazıları ilk gün olan Cumartesi günü, bazıları ise Pazar
 günü Taksim’e ve İstiklal Caddesi’ne gittiler.



Ta ki malum bombalı terör olayı meydana gelinceye kadar her
 şey çok güzeldi.



Türkiye’yi yasa boğan bombalı saldırıda akrabalardan ve aile
 fertlerimizden hiçbirine zarar gelmemesine sevinirken; olayda hayatlarını
 kaybeden vatandaşlarımız ve yaralılarımız için üzüntüye boğulduk.



Bu vesileyle bu saldırı başta olmak üzere tüm terör
 saldırılarını kınıyor, saldırıyı yapanları ve yaptıranları da lanetliyorum.



İşte zamanı yakalamanın ya da zamana yakalanmanın mümkün
 olmadığını bu bombalı saldırı vasıtasıyla bir kere daha gördük.



Bu tür olaylarda başarılı çalışmaları ile bir kez daha
 takdir toplayan emniyet güçlerimize de Allah zeval vermesin temennisinde
 bulunarak nerede olursak olalım tedbiri elden bırakmamız gerektiğini de
 unutmayalım.



Birlik ve beraberliğimizin daha da arttığı bu tür olayların
 bir daha yaşanmaması dileğiyle siz okuyucularımı Allah’a emanet ediyor;
 sağlıklı ve mutlu günler temenni ediyorum.



Bu arada A Milli Takımımızın yer almadığı Katar’da 20
 Kasım’da başlayacak Dünya Kupası maçları için Pakistan ve Bangladeş’ten kiralık
 taraftar getiriliyor olması da hiç hoş değil.



Demek ki maddiyat ve para her şey değilmiş. Tesisleri
 yapmak, turnuvayı ülkeye getirmek, tribünleri doldurmak mümkün ama seyirciler
 çakma…



Kalın sağlıcakla…

İnsanoğlunun doğumundan ölümüne hayatta olduğu zaman öyle
 hızlı geçiyor ki, zamanı yakalamak ve hızına yetişmek mümkün değil.

&nbsp; 

Siz değerli okurlarımın da bildiği ve takip ettiği üzere
 altı ayı aşkın bir süredir memleketimdeki köyümde ve tarımla geçirdim zamanımın
 büyük bir bölümünü.

&nbsp; 

Emekli olduktan sonra da bu bana ve aileme çok iyi geldi.
 Eşimle birlikte hem toprakla haşır neşir olduk, hem de zamanın nasıl geçtiğini
 anlamadık.

&nbsp; 

Bu süre zarfında 2.5 dönümlük bir arazide yöresel kapya
 biberi de dikerek hem ailemize destek sağladık, hem de çiftçilik nasıl yapılır
 onu öğrendik.

&nbsp; 

Bu sene kapya biberin getirisinin yüksek olması nedeniyle
 büyük bir ihtimal seneye daha çok arazide dikim yapılacak gibi görünüyor.

&nbsp; 

Kapya biberin yanında köydeki evimizin bahçesi ile
 tarlamızda domates, biber, bamya, patlıcan, fasulye, kabak, yer fıstığı ve
 diğer ürünleri ekerek kendi yiyeceğimizi de yetiştirmiş olduk.

&nbsp; 

Ayrıca bize her türlü desteği sağlayan ablamın oğlu yani
 yeğenim ve gelinimize, yetiştirdikleri çilek ve kapya biber tarlalarında da
 yardımcı olduk.

&nbsp; 

Velhasıl dolu dolu bir altı ayı geride bırakarak bir
 ekim-dikim sezonunu sonlandırdık.

&nbsp; 

Seneye yine aynı yerde ve tarlada tekrar kapya biberi ekmek
 ve bahçe yapmak için damlamalarımız ile boruları da toplayarak tarlada uygun
 bir yere koyduk.

&nbsp; 

Tüm bu işlemleri tamamlamamızın ardından dönüş
 hazırlıklarına da başladık.

&nbsp; 

Bu yıl benim gibi emekli olarak dört ayını köyde geçiren
 dayım da Manisa’ya dönecek.

&nbsp; 

Seneye ben ve dayım gibi ilkbahar ve yaz aylarını köyde
 geçirecek kişi ve aile sayısının artacağını düşünüyorum.

&nbsp; 

Çünkü artan hayat pahalılığı, metropollerdeki kalabalıklık
 ve trafik sıkışıklığı nedeniyle köyde yaşam daha cazip hale geldi, geliyor.

&nbsp; 

Biz de zamanı yakalamak adına bir metropole, bir köye
 koşturup duruyoruz.

&nbsp; 

Bir sonraki köy yaşantımıza kadar sonbahar ile kış aylarının
 bir kısmını Tekirdağ’da ve İstanbul’da kızlarımın yanında geçireceğiz.

&nbsp; 

Siz değerleri okurlarıma da zamanı en iyi şekilde
 değerlendirmeniz ve yakalamanız temennisiyle hayırlı günler ve haftalar
 diliyorum.

&nbsp; 

Bir sonraki yazımda buluşmak üzere sizleri Allah’a emanet
 ediyorum.

&nbsp; 

Kalın sağlıcakla…

Son yıllarda ülkemizde çok sayıda kurum, belediyeler ve
 Sivil Toplum Kuruluşları (STK) başta olmak üzere işyeri sahiplerimiz ve
 esnaflarımız ürettikleri veya sattıkları ürünleri daha iyi pazarlayabilmek için
 marka ve markalaşma yolunda önemli adımlar attılar.

&nbsp; 

Öyle ki, altı aydır hayatımı idame ettiğim memleketimde bile
 yöresel çilek, kapya biber için bile Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’na bağlı
 Türk Patent ve Marka Kurumu tarafından coğrafi işaret alınmış durumda.

&nbsp; 

Öte yandan girişte değindiğim gibi Marmara Bölgemiz ve
 Trakya’da da çok sayıda kurum ve kuruluş markalaşmada en ön sıralarda yer
 almaktadır.

&nbsp; 

Bu da bize ürettiğimiz, pazarladığımız ve sattığımız
 ürünlerde daha kolay pazar bulmamıza ve yöremizi tanıtmamıza katkı
 sağlamaktadır.

&nbsp; 

Kişi, kurum ve kuruluşların yanı sıra bakanlıklar ve
 bakanlıklara bağlı birimler bile marka ve markalaşmada birbirleriyle
 yarışmaktadır.

&nbsp; 

Cumhuriyetimizin kuruluşunun 99’uncu yılında toplu üretime
 başlaması İçin banttan indirilen yerli elektrikli otomobilimiz bile daha
 görücüye çıkmadan markalaşmaya gitmiş ve hem logosunu, hem de ismini tescil
 ettirmiştir.

&nbsp; 

Bu vesileyle yerli otomobilimizin ülkemize hayırlı olmasını
 temenni ederek; marka ve markalaşma yolunda adım atan tüm kişi, kurum ve kuruluşlara
 da başarılar dilerim.

&nbsp; 

Marka ve markalaşmanın ön plana çıktığı bu yeni yüzyılda
 ülkemiz de diğer ülkeler önünde en ön sıralardaki yerini her geçen gün üst
 sıralara çıkarmaktadır.

&nbsp; 

Pazarda itibar sahibi olmak, sunulan hizmeti çeşitlendirmek
 için yapılan stratejik bir değer olan marka ve markalaşmanın tek başına da
 yeterli olmadığı aşikardır.

&nbsp; 

Bu nedenle marka ile birlikte bir değer üretmek, markanın
 sürdürülebilirliği ve rekabet kolaylığı açısından çok büyük öneme sahiptir. Bu
 yüzden marka ile birlikte marka değeri için markanın güvenilir olmasını
 sağlamaktır. Bu ise ancak müşterinin güvenini ve sadakatini kazanmak suretiyle
 olacağından, üretilen ve pazarlanan üründe de hep aynı kaliteyi devam ettirmek
 yatmaktadır.

&nbsp; 

Buna en iyi örnek, yer karosu denildiğinde hemen akla gelen
 Kalebodur’dur..

&nbsp; 

Çanakkale’nin hatta ülkenin sanayileşmesinde kurulduğu 1957
 yılından günümüze kadar geçen 65 yılda kalitesinden ödün vermeden adını yer
 karosuna yazdıran ve Kalebodur olarak anılmasını sağlayan Kale Grubu kurucusu
 ve murahhas azası rahmetli Dr. İbrahim Bodur’a da bu yazım vesilesiyle rahmet
 diliyorum.

&nbsp; 

Bir yazımın daha sonuna gelirken; tüm okurlarıma selamlarımı
 ileterek,

her birinize sağlıklı ve mutlu günler diliyorum. 

Sizleri her hafta olduğu gibi bu hafta da Allah’a emanet
 ediyorum.

Kalın sağlıcakla…

Bu hafta başka bir konuda yazı
 yazmaya karar vermişken; yaşanan maden faciası sonrasında bu yazımı sonraki
 haftalara erteleyerek “Rızık” konusunda bir makale kaleme almak istedim.



Dünya genelindeki tüm canlılar gibi
 biz insanoğlu, hangi görevde ve hangi yaşta olursak olalım hayatımızı devam
 ettirebilmek için yaşamımız boyunca sürekli rızkımızın peşinde koşar dururuz.



41 maden şehidimizi verdiğimiz
 Bartın Amasra’daki kömür ocağında çalışan işçiler de rızkları için metrelerce
 toprağın altında baretlerinin üstündeki lambalarla ve teçhizatlarıyla “kara
 kömürleri” bizlerin kullanımına sunmak üzere çalışıyorlardı. Ta ki, o acı haber
 gelene kadar…



Ajanslardan gelen ilk haberde,
 “Bartın Amasra’daki Türkiye Taş Kömürü İşletmesi’nde (TTK) trafo kaynaklı
 patlama oldu ve olay yerine onlarca ambulans, itfaiye ve AFAD ekibi ile
 yetkililer sevk edildi” diyordu.



Sanki ilk haberde maden ocağında
 bir grizu patlaması olmadığı için sevinilirken; saatler geçtikçe üzüntüler
 artmış, patlamanın grizu sonrası çıktığı anlaşılmış ve sonuç olarak kurtarılan
 58 işçimizin yanında 41 işçimiz hayatını kaybetmiş, 11 işçimiz de yaralı olarak
 kurtarılmıştı.



İşte ekmek uğruna, rızk peşinde
 yerin altında çalışan bu işçilerimiz her gün ve her mesai gibi hazırlıklarını
 yaparak işlerine gitmişlerdi.



Allah’ü Teala bütün işçilerimize ve
 tüm çalışanlarımıza hayırlı rızklar ve ekmekler nasip etsin. Zaten öyle değil
 midir rızk kesilince ömür de sona erermiş?



Amasra’daki bu maden faciası
 sonrasında Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne (TBMM) önerge verilerek maden
 facialarını araştırma komisyonu kuruldu.



Rızk peşinde; gerek yer altında,
 gerek yer üstünde özellikle tehlikeli işlerde çalışan işçilerimiz var. Bu
 işçilerimizin hepsi birer ana kuzusu. Hepsinin bir ailesi, çocukları ve eşleri
 var.



Makalemin başında değindiğim gibi
 hangi görevde ve hangi yaşta olursak olalım yaşamı boyunca sürekli rızkının
 peşinde koşan tüm çalışanlarımıza “Allah korusun” dileklerimle birlikte
 sağlıklı

mesailer temenni ediyorum.

&nbsp; 

Ekmeklerini alın terleriyle
 kazanarak sofralarına götüren tüm çalışanlarımızın rızklarımızın kesilmemesi de
 en büyük temennim.



Bu vesileyle yazılarımı yakından
 takip eden tüm okurlarıma selamlarımı ileterek, her birinize sağlıklı ve mutlu
 günler diliyorum.



Ayrıca maden şehitlerimize
 Allah’tan rahmet, kederli ailelerine başsağlığı; yaralılarımıza da acil şifalar
 diliyorum.



Sizleri her hafta olduğu gibi bu
 hafta da Allah’a emanet ediyorum.

Kalın sağlıcakla…

Bu hafta siz değerli okurlarımla “Orta Yolu Bulmak”
 deyiminden yola çıkarak “Orta Yol” konusunda bir makale yazmak istedim.Siyaset başta olmak üzere her konuda orta yol bulmak çok
 önemli değil midir? Çıkarılacak yasa ve kanun görüşmelerinde çoğu zaman gerek
 iktidar, gerekse muhalefet partileri orta yolu bulmak için çaba sarf etmiyorlar
 mı?



İşte işin sırrı da burada. Önemli olan vatan millet adına
 yapılacak ve yapılan işlerde ve çalışmalarda orta yolu bularak hareket etmek.

En tartışmalı zamanlarda dahi sağlanan uzlaşı ve çözüme orta
 yol ile ulaşılırken; Yeme, içme, giyim, kuşam ve ibadette&nbsp; bile aşırılıktan kaçınılarak orta yola göre
 hareket edilmektedir.

İtalya’nın Ascoli Piceno kasabasında 1529'da yazılmış,
 Latince bir duvar yazısında;

• Yapabilen istemiyor,

• İsteyen yapamıyor,

• Bilen yapmıyor,

• Yapan bilmiyor ve

• Dünya böyle kötüye gidiyor yazdığını bu köşe yazımı
 yazmaya başladığımda öğrendim ve sizlerle paylaşmak istedim.

Duvar yazısını ilk cümleden itibaren orta yolu bulmak
 hususuyla birlikte değerlendirelim.

İlk cümlede “Yapabilen istemiyor” diyor. Tam da ülkemizdeki
 siyasete ve genel yaşama uygun bir söz değil mi? Neden ve niçin yapabileceğimiz
 halde istememek. İşte sorun burada değil mi?

Gelelim ikinci cümleye. “Bilen yapmıyor”. Bildiğimiz halde
 bir şeyi yapmamak. Ne kadar nahoş bir durum.

Üçüncü cümle ise daha da trajedik. “Yapan bilmiyor”. İşte bu
 daha kötü ve ne yaptığımızı bilmemek. Ülke menfaatlerine ve çıkarlarına zarar
 vermek.

Ve son cümle. “Dünya böyle kötüye gidiyor”. Son cümleyle
 birlikte biz de ülkemizin kötüye gitmemesi için niye orta yolu bulmuyoruz?
 Neden ve niçin sürekli çözümsüzlük çıkaran ve çıkacak konularda ısrar ediyoruz?

Orta yolu bulmak adına siz değerli okurlarıma sağlıklı ve
 mutlu günler temenni ediyorum.

Kalın sağlıcakla…

&nbsp;

Geçtiğimiz
 haftaki makalemde bu haftadan itibaren siyasi yazılara başlayacağımı dile
 getirmiştim.

Bildiğiniz
 üzere Ekim ayına girilmesiyle birlikte üç aylık tatile giren Türkiye Büyük
 Millet Meclisi kısa adıyla TBMM de yasama faaliyetlerine başlandı.

&nbsp; 

Siyasi parti
 grupları toplandı ve hızlı bir şekilde gazi mecliste gündemdeki konularla start
 verildi. İnşallah halkımızın beklediği düzenlemeler ve yasalar en kısa zamanda
 çıkarılır.

Mecliste biz
 basın mensupları için de bir yasa tasarısı gündemde. Hayırlısı olmasını temenni
 ediyor ve biz gazetecilerin daha rahat bir şekilde görevlerini yapabilmelerinin
 önünün açılmasını diliyorum.

&nbsp; 

Şimdi
 diyeceksiniz makalenin başlığını “Tayfa” koymuşsun ama siyasetten ve siyasi
 gelişmelerden bahsetmişsin. Nedir bu işin aslı.

Tayfa,
 gemilerde çalışan işçi başta olmak üzere tarla ve bahçede de çalışan işçi demek
 olup işçi topluluğu olarak da kullanılmaktadır.

&nbsp; 

Altı aydır
 memleketimdeki köyümde organik tarımla uğraşan biri olarak gerek dikim, gerekse
 hasat döneminde hemen hemen tüm çiftçilerimiz tayfa kullanmışlar ve kullanmaya
 devam etmektedirler.

Ben de bu
 tayfadan yola çıkarak siyasi tayfaya geçiş yapmayı tercih ettim.

Seçimlere
 sekiz ay gibi az bir zaman kaldığı şu günlerde her parti siyasi tayfalara yani
 kendilerine destek verecek seçmenlere oldukça ihtiyaç duyacak.

&nbsp; 

Seçimin
 yaklaşması ile birlikte tüm partilerde aday adaylığı bolluğu ve bu aday
 adaylarını destekleyen tayfalar yani argo tabiriyle taraftarlar ortaya çıkacak.

&nbsp; 

Merakla
 beklenen seçim tarihin açıklanması ile birlikte ortaya çıkacak aday adaylarını
 ve bu aday adaylarının tayfalarını biz gazeteciler de merakla bekliyoruz.

Seçim
 startıyla birlikte yaşanacak bu yoğunlukta tüm aday adaylarına şimdiden
 başarılar diliyorum.

Bu
 sütunlardan siz okurlarımıza elimizden geldiğince bilgi aktarmaya çalışacağım.

Bir yazımın
 daha sonuna gelirken siz değerli okurlarıma sağlıklı ve mutlu günler temenni
 ediyor, Mevlid Kandillerinizi kutluyorum.

Kalın
 sağlıcakla…

&nbsp;

Bu haftadan itibaren çeşitlilik olması bakımından hayatın
 içinden konuların yanı sıra hem yerel, hem genel siyasete ilişkin makaleler
 yazmayı düşünüyordum.



Ancak başımdan geçen bir olay nedeniyle “Sağlık” konusunda
 bir yazı kaleme almaya karar verdim.



Bu hafta içerisinde kapya biber toplamaktan gelirken
 gelinimiz ile birlikte içi biber yüklü römorka bindim. Römork bir tarladan
 başka bir tarlaya geçerken biraz yanlanınca ben de boşlukta bulunarak sırtüstü
 yere düştüm.



Olay sonrası eşim, ablam, kayınçom ve orada bulunanlar hemen
 yanıma koştular. Ben bir tek düşme anınını hatırlıyorum.



Olayın etkisiyle olacak bir baygınlık geçirmişim. Yine
 olayın sıcaklığıyla belim ve kollarım hariç başka bir yerde ağrı ve rahatsızlık
 hissetmedim.



Olay sonrası da yine ablama ait bir tarlaya geçerek kapya
 biber topladık ve ikindi namazı vakti işi bıraktık.



Ben ve eşim “Verilmiş sadakalarımız varmış” diyerek evimize
 geldik. Eşim akşam yemeğini hazırlarken ben de Hazine ve Maliye Bakanlığı’ndan
 emekli dayımla çay içmek için köy kahvesine gittim.



Çayımı içerken sol diz kapağımdan itibaren ağrılar
 nüksetmeye başladı. Çaylarımızı içtikten sonra da topallayarak eve geldim.



Akşam yemeğini de acılar içinde yedikten sonra kas gevşetici
 krem vardır diye bakmak üzere ablamlara gittik.



Ablamlarda bir süre oturup doktor kızıma da başvurarak bir
 jel krem alıp eve döndük.



Eşim şişlik de yapan dizimi önce kantaron yağı ile güzelce
 bir ovalayarak ardından aldığımız jel kremi dizime sürdü.



Gece de güzel bir yağmur yağdı. Sabah da devam eden yağmur
 sonrası bu yazımı da kaleme aldığım bugün kapya biber toplamaya bir gün ara
 verdik. Dizime gelince, şişlik indi ve ağrılarım da hafifledi.



Velhasıl “Önce Sağlık” diyerek siz değerli okurlarıma da
 sağlıklı ve mutlu günler temenni ediyorum.



Kalın sağlıcakla…

&nbsp; 

İlkbahar, Yaz derken Sonbahar mevsimine de girdik.



Sonbaharla birlikte ekim dikimi yapılan tarım ürünlerinde de
 hasat sezonu açıldı.



Coğrafi işaret belgesi alınan Kapya Biberdeki hasat
 işlemleri de iki haftadır devam ediyor.



Bu girişin ardından gelelim bu haftaki köşe yazımıza konu
 olan “Çuval Ağzı” deyimi konusundaki tespitlerimize.



Argo bir deyim olan “Çuval Ağzı Açmak” deyimini emeklilik
 sonrası organik tarım yapmak üzere geldiğim memleketim Çanakkale’de bu sezon
 çokça duydum ve siz değerli okurlarımla paylaşmak istedim.



“Uyanık ve dikkatli olmak” manasında söylenen “Çuval Ağzı
 Aç” söylemini Kapya Biber toplamalarında dillerine pesenk eden çiftçilerimiz ve
 köylülerimiz bu şekilde önce kovalara toplanan Kapya Biberlerin çuvallanıp traktör
 kasalarına dökülmesi sırasında “Uyuma, Çuval Ağzı Aç” diyerek bu görevi
 üstelenen kişiye dolaylı olarak dolan kovaların çuvallara dökülmesini
 sağlıyorlar.



Hayatta böyle değil midir? Her konuda dikkatli olmak ve
 uyanık olmak o işte başarıyı getirmez mi?



İşte “Çuval Ağzı” mecazi olarak bizlere çok yönlü mesaj
 veriyor.

&nbsp;İnsanoğlu doğumundan
 ölümüne kadar sürekli bir öğrenme ve öğrendiklerini de hayatında uygulama
 koşuşturması içeresindedir.



Hangi yaşta ve hangi konumda olursak olalım yeni şeyler
 öğrenmek ve bu öğrendiklerimizi aktarmak aslında doğal bir yaşam dürtüsü.



Ben de Mayıs ayından beri yaşamımı sürdürdüğüm memleketimde
 beş aydır yeni yeni şeyler öğreniyor ve duyduklarımı, öğrendiklerimi siz
 okurlarıma aktarıyorum.



Bir yazımın daha sonuna gelirken hasat mevsiminin devam
 ettiği şu günlerde kapya biber başta olmak üzere ektikleri ürünleri hasat eden
 çiftçilerimiz ve köylülerimize bol kazançlı hasatlar diliyorum.



Ayrıca çiftçilerimiz ve köylülerimizden aldıkları ürünlerle
 üzere kışlıklarını hazırlayan vatandaşlarımıza da kolay gelsin temennilerimi
 iletiyorum.

Bu yazım vesilesiyle tüm okurlarımı Allah’a emanet ediyor,
 sağlıklı ve mutlu günler diliyorum.



Kalın sağlıcakla…

Sabri Karakaya